Facebok

17 Kasım 2013 Pazar

ENDONEZYA - LOMBOK - RINJANI DAĞI

Uzuun Bali pineklemesinden sonra zorla da olsa yola çıkabildik. Zorla diyorum çünkü Janset evi boşaltarak Lombok'ta bir komüne yerleşmek için yola çıktı. Biz de mecburen ayrıldık :) Bali'nin bağrından kopup, arabalı feribotla yaklaşık 6 saatte attık kendimizi Lombok'a. 
Vardığımızda açlıktan kudurmuş haldeydik. İlk bulduğumuz taksiye bindik, merkez Mataram'a gideriz, zaten vize uzatma işi de orada halledilecek diye düşünüyorduk ama taksici anlattıkça anlattı ve Mataram'a yarım saat mesafeli Sengigi'ye gitmeye ikna etti ve turizm bilgilendirme ofisine kadar bıraktı bizi. Yaklaşık 30 liramızı da aldı ama artık çok mu az mı bilemiyorum. Açlıktan gözümüz dönmüş zaten girdik turizm ofisine. Adam anlatıyo da anlatıyo. Burada şunlar yapılır, bu dağa çıkılır, burada dalınır, buraya gidilir vs.. Neyse kardeşim nerede yenir içilir geberdik açlıktan yarın görüşürüz dedik ve çıkıp önümüze çıkan ilk restorana dalıp karnımızı doyurduk. Sonra da geceliği 20 liraya bir otel odası bulup misler gibi uyuduk ama aklımız adamın anlattıklarında. Çünkü ne kadar aç da olsak uzun süren dinlenme süreci ardından macera isteğimiz kabarmıştı. Kısacası rahat battı. Hemen ertesi gün için yapılacakların listesini oluşturduk. Bir volkana tırmanmak, dalış yapmak ve belgesellerden seyrettiğimiz Komodo ejderlerini dünya gözüyle canlı canlı görmek. Ama her şeyden önce vizemizin tarihi dolmak üzere ve uzatılması gerekli. 


Ertesi gün soluğu aynı yerde aldık. 10 günlük pakete adam başı 500 dolar ödedik.  Bu kadar para verince adam ben sizin için vize uzatma işinizi ve Gili konaklamanızı ücretsiz yapıcam dedi. Yani meali paket içinde geçirdim zaten size :)  Kendi çabalarımızla daha ucuza halledebilirdik ama çok büyük bir fark olmayacaktı sanırım, bir de rahata alıştı ya dötümüz iki hafta boyunca Bali'de, kafamız rahat olsun dedik.. Fena da olmadı hani. İlk üç gün dağ tırmanışı, sonraki üç gün Gili Trawangan adasında kişi başı dört dalış, sonra da tekne ile 4 günlük yolculuk, Komodo ejderlerinin tek yaşam alanı Komodo adası ve en son Flores.

Ertesi gün sabah saat 5, odanın kapısı çalıyor. Daha hiç bir şey hazır değil ama apar topar hazırlandık ve kendimizi bir minibüsün içinde bulduk. Sonra dağın eteğinde bir ofiste kahvaltının ardından Endonezyalı bir adam başladı anlatmaya. Dağa tırmanırken şunları yanınıza alın, size günde 2 şişe su verebiliriz, yemeği yolumuz üzerindeki doğal kaynak sularından yapacağız, bu kaynak sularında kesinlikle elinizi yüzünüzü yıkamayın...vb genel bilgiler vermeye. Neyse bizim kendi çadırımız, tulumumuz ve matımız olduğu için hepsini hazırladık ama adamı dinlemeyip yanımıza bu ekvator sıcağında üşümeyiz diyerek ne bir polar, ne de yağmurluk aldık. Oysa sadece bu tarz tırmanışlar için özel olarak satın alınmış ve tüm yolculuk boyunca bize yük olmaktan başka bir işe yaramayan malzemelerimiz var. Uyku tulumlarını ve çadırı aldılar taşımak için. Bizde de matlar ve birkaç parça eşyanın olduğu çanta kaldı. Neyse ben merak ediyorum tabi acaba bu yükleri, yemekleri falan nasıl taşıyacaklar diye. Görünce şok olduk. Çıplak ayaklar, ellerde sigaraları ve inanılmaz bacak kasları olan 3 köylü yükler omuzlarında başladı bizimle beraber ormanın içinde yürümeye...












Yol öyle pekte zorlamayacakmış gibi başlayıp terler içinde devam etti. Bir iki duraktan sonra yemek molası vereceğimiz yere vardık. Maymunlar da yolumuzu gözlüyormuş, çok uğraştılar yemekler için ama rehber ve yük taşıyıcılar işi biliyor yaklaştırmadılar bile.



Yemek hazırlanırken natural spring water yazan tabelayı gördük. Ulan dedik gelmişken şöyle pınarın başına gidelim kana kana su içelim bari. Ama gel gör ki aklımızda canlanan su başı manzarası yerine karşımıza çıka çıka bu çıktı. 




Ancak bunu görünce bize açıklama yapan adamın neden bu sularda elinizi yüzünüzü yıkmayın dediğine anlam verebildik. Alttan alttan mesaj veriyomuş galiba, bak valla sizin iyiliğiniz için söylüyorum, koleraya, tifoya yakalanabilirsiniz, su rezil durumda demek istiyordu belki de ne bileyim! Hala buranın gerçek kaynak olup olmadığı konusunda tartışıyoruz ve gözlerimize inanmak istemiyoruz ama acı gerçek biz o sudan yapılmış yemeği yedik. Boşuna dememişler öldürmeyen Allah öldürmüyor diye :) 

Yemekten sonra ilk gece konaklayacağımız kamp alnına doğru tırmanışa devam ettik. İlk gün toplam yedi saat yürüdük ve kamp yerimizin eşsiz manzarası ile karşılaştık. Buraya kadar gelmek yorucuydu ama göl manzarası ve gün batımı tüm yorgunluğumuzu aldı götürdü. 













Ertesi gün krater gölüne inişle başladı. İnmek, çıkmaktan daha fazla dikkat gerektiriyor ama yükleri taşıyan adamlar çıplak ayakları ile bizim binbir dikkatle inip çıktığımız yerlerde afedersiniz biyerlerini sallaya sallaya, ağızda sigaralar, güle oynaya hareket ediyorlar...
Gölün kenarında kısa bir mola verip ekvatorun en yüksek gölünde yüzmenin keyfini çıkarttık. Sonraki durak sıcak su şelaleleri oldu. Galiba sülfürlü sarı ve sıcacık bir su fışkırıyor dağın göbeğinden ve aşağıya doğru muhteşem bir görüntü vererek akıyor. Tabi bu kadar yüksekten düşünce de altında yüzmek için ve atlamak için çok güzel ve derin bir alan oluşturuyor. Dağın başında titreten rüzgarın altında bir saatten fazla süren sıcacık su ve sanki jakuzi, duş keyfi inanılmaz bir nimetti :) 






























Tekrar başladık tırmanmaya yaklaşık 3 saatlik gerçekten dik bir yolun sonunda kamp yerine vardık. Erkenden de yattık çünkü ertesi gün sabahın saat ikisinde kalkıp zirveye doğru gün doğumuna yetişmeye çalışacağız.

Zirve, 3726 metre, aman ekvatordayız, bu ne ki, biz ne dağlar gördük denilebilecek kadar kolay olsaydı keşke. Bizimle birlikte turu satın alan ve yola çıkanlardan sadece yarısı bu inanılmaz şiddetteki rüzgarlı, çakıllı, dik ve yorucu yolu bitirip zirveye varabildiler. 
Ayakkabılar olmasaydı belki biz de çıkamayabilirdik, benim üzerimde uzun kollu içlik, Coşkun'da uzun kollu gömlek var sadece, millette polarlar, yağmurluklar, bereler, eldivenler :) Cidden soğuk oluyormuş.. Dondurucu ve güçlü rüzgara karşı ancak el ele verip, birlikte hareket ederek korku filminden farksız saatleri aştık ve zirveye vardık! Kıçımızı yırtarak çıktığımız yerde bari bir yarım saat kalabilseydik ama nerdee, rüzgardan kraterin içine düşmedik diye sevinerek ve bayır aşağı inmenin verdiği rahatlıkla topuklarımız kıçımıza vura vura 4 saatte çıktığımız yolu 1 saatte indik.







Kamp yerine geldikten sonra basit bir kahvaltının ardından dönüş yoluna vurduk kendimizi, dönüş yolu eskiden lavların aktığı nispeten kolay bir rota ama güneş tepemizdeydi son gün.
En son 3 sene önce bu volkan tüm aktivitesini durdurmuş.










Yol üstünde öğle yemeği molasını verdiğimiz yerdeki doğal çöplük aman doğal kaynak suyu artık işin ne boyutlara vardığını gösterdi. Buranın düzenli olarak temizlenmesi şart iki haftada 1 gün temizlik çalışması yapılıyormuş, çok yetersiz kaldığı ortada..  





İniş sırasındaki son düzlükte daha önce hiç görmediğimiz bir primat 
uğurladı bizi.



Çok hızlı bir şekilde geride bıraktığımız çantaları aldık ve bizi Gili Trawangan adasına gideceğimiz limana bıraktılar.
Tur satın almanın avantajlarından biri de nereye nasıl gideceğinizi, yemek ve diğer hiçbir ıvır zıvırı düşünmemek. Birileri sizin için her şeyi önceden hazırlıyor ama sürekli hale gelmesin mümkünse, kurallı ve dolayısıyla inanılmaz sıkıcı da olabiliyor bazen, en önemlisi de kazık! :) 

Emine&Coşkun











Hiç yorum yok :

Yorum Gönder